6 Ocak 2012 Cuma

Yıl 2012



352. kattaki ofisimden çıkmıştım ve o gün yine yağmurla karışık radyasyon fırtınası bekleniyordu. Belli ki 98. trafikte beni eve bırakacak hiçbir araç yoktu. İnsanlar koşuşturuyor, boş taksi bulabilen şanslılar evlerine yol alıyordu. Mecbur en alt kata inecektim, eğer şansılıysam da yere bir damla yağmur düşmeden metroya ulaşacaktım. Hayat her zamanki gibi şanslılar ve şansızlar arasında gidip geliyordu, hiçbir şey değişmemişti. Gökdelenler bizi göğe çıkarmak yerine tabiatın içine etmemizi sağlamıştı. Yer kabuğu kuru ve dengesiz sıcaklıklardaki ay'ın yüzeyinden farksızdı. Pardon, binalar arasındaki yoldan ibaretti. Eskiden okyanus, nehir, su birikintileri dediğimiz şeyler ise delinen azon tabakası sayesinde buhar olup uzaya karşıyordu. Atmosfer o kadar incelmişti ki evrimin temel prensibi olsa gerek zamanla bizler de varolan atmosferde yaşamak için ayak uydurmuştuk. Ama efsaneler vardı; Bir avuç yeşilliğin varlığını ve oradan göğe ulaşan silindir gibi bir harenin dünyanın ilk yaşama elverişli atmosferi kadar bozulmamış olduğunu ve bunu arayan bir grup çılgından bahsediliyordu.

Gelişen teknoloji ve ilerleyen tıp sayesinde insanlar virüs gibi yayılmıştı. Okyanus tabanının kurumuş kraterlerinden uzaklaşıp, 5 büyük metropolde uzun yaşamlarını hunharca savuruyorlardı. Önceden kanserden herkes ölürken artık kanser gripten farksızdı. Şimdi insanlığın daha önemli ve korkutucu bir rahatsızlığı vardı. Buna çare bulunamıyordu, kimileri hayvanlar gibi insanların da soyunun tükenme vakti geldiğine inanıyordu, kimi yobazlar ise bunun dine inanmadıkları için ilahi adalet olduğunu savunuyorlardı. Ama halka söylenen insanların bunun da üstesinden geleceğiydi. Onlara göre insanlık bu dünyada varlığını sürdürmesi gereken tek canlıydı.

Metroya vardığımda dün akşam izlediğim "Deneysel XX" programı bunları bir kere daha düşünmemi sağlamıştı. Ama benim tek istediğim hiçbir siyasi, din ve dünyevi problemlere bulaşmadan sakin, kendi halinde yaşamaktı. Evet evet, farkındaydım her şeyin ama etrafıma bakmamaya o kadar alışmıtım ki ciğerlerimi yakan atmosferi bile görmezden gelebiliyordum. Yaşadığım yer ise, o beş büyük metropolün dışında ve kenar mahalle havasında sanki gerçeklikten izole edilmiş bir dünya gibi gözüküyordu gözüme, böyle iyiyim diyordum. Yaşadığım bölgedeki insanlar da aynı şeyi düşünüyor olsalar ki, çoğu hayat devam etse de içten içe bir şeylerin kırmızı alarm vermesini ve onları fitillemesini bekliyor gibiydiler. Acaba o düğmeye basıldığında benim de içimde bir şeyler harekete geçecek miydi?

Dermişim...
Gördüğünüz gibi her şey aynı, ne uzun gökdelenler ne tamamen delinmiş bir atmosfer ne de tüm insanlığı elinde oynatan metropoller var (hani bir tane var biliyoruz ama 5 tane olmadılar çok şükür). Neyseki merhametliyiz yavaş yavaş yokediyoruz gezegenemizi, ya bir anda olsaydı?

Yeni yılın ilk postunu yazmak için gelmiştim, belki güzel temennilerim olur sanıyordum ama harbiden yokmuş.  O yüzden üsteki güzel dünyamıza 15sn boyunca bakalım.

4 yorum:

  1. Böyle bir post apokaliptik havalar.
    Güzel demişsin, en çok da sonunda. Umarım bu yıl dünyanın ağzına daha az sıçarız. Tek güzel(!) temennim budur.

    YanıtlaSil
  2. Kısacık bir yeni yıl postu yazacaktım ne alakaysa birden mini bir öyküye dönüştü saçmaladıkça saçmaladım sonra :D

    Baksana ne kadar güzel duruyor, bu dünyaya nasıl kıyıyoruz aklım almıyor :)

    YanıtlaSil
  3. Görmemişim bu yazını, harika yazmışsın harika!

    YanıtlaSil
  4. Teşekkür ederim canımcım, aslında biraz daha üzerinde düşünseydim daha güzel olurdu, 5 dakikada yazdım bütün yazıyı sanki bir anda ilham geldi.

    YanıtlaSil

dökül bakalım.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...