15 Aralık 2011 Perşembe

Life as a House



İlk kez annemin evde olmadığı bir yaz evde yalnız olduğumda denk gelmiştim. O an film izleyecek havada değildim ama filmde Hayden'ı görünce kanalı çeviremedim. Çok sade bir aile filmi havası veriyor, gerek afişi olsun gerek filmin tek bir kasabada geçiyor oluşu. Ama çocukluğundan ergenliğine kadar ailesi arasında ordan oraya sürüklenmiş olan bir çocuğun psikolojisini ancak yaşayanlar bilir. Bir çocuğu uyuşturucuya ve metal müziğe kısaca asiliğe iten gerçek sebepleri belki bu film çok yalın bir üslupla ortaya seriyor.

Biraz gerçekçi olayım, hayat bir evden çok ev inşa etmekten ileri gidemiyor kimileri için. Evin olsa da onu "ev" yapacak nitelikler içinde olmuyor. İşte bu filmi izlediğim zaman anladım ki babam veya annemle geçirebildiğim her an her dakika ev gibi hissettirebilir. İsterse o evin çatısı olmasın, isterse hiç ısınmasın... Çünkü sıcaklığı babanızın ağzından çıkan hayata dair güzel tavsiyler verebilir. Ya da babanızın öldükten sonra çocuklarınıza anlatabileceğiniz güzel sözleri olabilir. O an babanız bilmez ama, evi ev yapan anne ve babalarımızın samimi ve bizleri hayretler içinde bırakacak davranışlarıdır. O zaman inandım ki, bir anne baba çocuğunun gözünde süper güçleri olan yetişkinler gibi gözükmek zorunda. İşte bu filmde Kevin Line öyle bir babayı canlandırıyor. Parası yok, işi yok, evi yok ama benim babamda hiçbir zaman olmayan o özel güçler var. İşte o yaz ilk defa babam böyle bir insan olmadığı için ağladım. Beni olduğum gibi kabul edip, çocuklarıma dünyanın en iyi öğütlerini miras bırakacak bir babam yok. Bana içinde sıcaklığı ve samimiyeti olmayan bir ev bırakacak belki... Ne yazık ki ben bunu düşünmeden edemiyorum, çünkü yaşadığım sürece beni en çok doyuran şey, başarısız olduğum ve çok üzgün olduğum bir an beni avutacak iki sözcük.

Bu film hayatımda birçok şeyi daha iyi anlayıp, tasvir etmemi sağladı. Yoksa ben bu tür şeyleri içine atan, dışardan "vaay ne kadar güçlü!" gibi gözükmek isteyen bir insandım. 50 yıl geçse bile aileme daha doğrusu evime olanları unutamam. Parçalanmış bir ailenin çocuğu her zaman içinde buruktur. Bir anlığına da olsa izlediği filmlerdeki babalar gibi babaları olduklarını hayal etmeden duramazlar. Babanız hasta hatta ölüm döşeğinde bile olsa özel güçlerinden taviz vermemeli, bence bu filmde bu anlatılıyor. Çok yazık, gerçek hayatta ben babamın nerede oturduğunu bile bilmiyorum, hasta olduğunda "sen yanımda olamadın ama ben şimdi buradayım" diye sitem edebileyim. Life as a house düşüncelerimin dışarı sızmasını ve bir bakıma rahatlamamı sağladı. O yüzden olsa gerek ki en sevdiğim film olarak yeri hiç sarsılmadı. Belki şimdi evimi nasıl kuracağımı daha iyi biliyorumdur, bilmiyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

dökül bakalım.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...