28 Mart 2010 Pazar

Bleach'in Warner bros.'a satılması...

1 haftadır Anime/Manga dünyası Bleach'in Amerika'ya satışıyla çalkalanıyor. Herkes bir telaşta sokak da insanları görüyorum koşuşturuyorlar. Metrolarda telefonlar hiç susumuyor herkes bu haber ile ilgili konuşuyor. Taksim'de cumartesi eylem falan yapıldı. Kubo Tite ise Uluslararsı Tokyo Anime fuarı'na İchigo'yu hazırlayıp gönderdiğinden hiçbir şeyden haberi yok. Uluslar kırmızı alarm verdi falan... 
Öyle hazmedilmesi zor bir olay ki bu inanın dediklerimin hepsi gerçekleşse şaşırmam. İnsan sevdiği ve zevk aldığı bir şeyin kirlenmesini veya bozulmasını istemez. Ve bu tamamiyle insani bir tepkidir. Kimisi yıllardır kimisi aylardır takip ettiği Bleach'in bu hale düşmesine seyirci kalmak istemez. Hatta o yüzden gecemi şenlendiren aynı zamanda hislerime dokunup aynı zamanda gülmekten öldüren bir video'yu paylaşmak istedim. Görün bakalım Bleach seyircisi ne kadar rahatsız ne kadar endişeli;

6 Mart 2010 Cumartesi

Birçok şey hakkında her şey.


En azından ayda bir kere bloguma bir şeyler yazabiliyorum. Bence bu da içimi dökmek için yeterli bir yöntem...
An itibariyle Mart ayı gerçek yüzünü gösterdi ve kar yağmaya başladı. Aslında güzel bir cumartesi pencereden karı izlemek harika bir şey olsa gerek ama ben yapamıyorum. Bana bu ayda yağan kar adice geliyor. Düne kadar ılık ve güneşli bir iklim varken birden kar yağması sevdiğin bir arkadaşının arkandan vurması gibi. Kar demişken Yuki Kajiura dinlemek lazım...

Uzun zamandır yazarı ilk okul öğretmeni olan Edwin A. Abbot'un Flatland adlı kitabını alıp okumak istiyordum. Tabi türkçe adı "ayrıntılı düz ülke" veya "düzlemler ülkesi" ama bana göre hep Flatland. Aynı kitabın animasyon filmi de var. Okumalı ve sonra izlemeli miyim ,yoksa izledikten sonra okumalı mıyım karar veremiyorum. Çok da dert edilecek şey değil canım. Büyük ihtimal kimsenin ilgisini çekmeyen bir yapıt, 2 boyutlu bir dünyayı anlatıyor.

Geçen gün 6 aydır kapalı tuttuğum sözlük yazarlığım aktif oldu. Sözlük yazarlığı şu dünyadaki en gereksiz şeylerden biri bence. Önce bir şeyler yazıp okunduğu ve en sevilenlerinden en sevilmeyenlerine kadar kategorilere girdiği için garip bir haz alıyorsunuz. Sonra dünyanın en ortamı bozuk oluşumu içinde olduğunuzu farkedip üstüne o ortama ayak uydurmaya başlıyorsunuz. Bu kişiliği oturmamış bir insan için bir çok olumsuz davranışlara yol açar. Ne yazak ki henüz kendi gelişmekte olan ülkemizin, insanlarının kişiliğinin gelişiminin hızlı olmasını bekleyemeyiz. Önce kişi doğduğu ülkenin dünyadaki statüsünü hazmedip, gördüğü muameleyi sindirmesi lazım. Sonrasında da fiziksel özelliklerinden tut da kültürünün yansımalarına kadar herşey kişiliğinin gelişimi sırasında ayağına dolanır. Sonrasında da nasıl bireyler geliştiğini görebiliyoruz... Kendine güven eksikliğinden acısını toplumuna ve herşeye bok atarak çıkarabiliyorlar. Ukala birer birey yetiştiriyoruz yani. Oysa sözlük kullanıcısı ülkenin okuyan kesimi olması daha da ironikleştiriyor olayı. Ben bunu biraz da fiziksel sebeplere bağlıyorum, daha doğrusu bu yönüyle bakmak hoşuma gidiyor. Evet, kısaca sözlük yazarları, kendine güvenini ergenlik döneminden beri kaybetmiş, kültür bakımından ortalamanın üstünde oysa biraz sosyalleşse üstüne sinmiş yargıları yok edebilecek bireyler. 
Malesef bundan kurtulmak istemeyip hatta asosyalliklerinden nerdlüklerinden gurur duymaya başlamış, Trollemenin dibine vurmuşlardır. Uzun süre içinde bulunduğun zaman bunun sidik yarışı olduğunu düşünüyorsun ama dışardan baktığında saçma sapan bir hal alıyor. Ben kendim için konuşuyorum, dünyada anlaşılması en zor insanlardan biriyimdir, kabuğunu kırmak istemediğim bir sertlik de var. Hal buyken öyle bir ortamda çakışmadan duramam. İşte bunun yerine hiç bulaşmamak, boşuna gerilimler yaşamamak en iyisi diye düşündüm. Bu ülkenin insanları böyleyken tabi ki Mart ayında kar yağar...

Geçen haftasonu Naruto Shippuunden'nin yönetmeni Hajime Kamegaki japon animasyonu üzerine bir seminer için burdaydı ya, biz de birkaç arkadaş ona katılalım diye gittik. Tabi ki giremedik, nedense bu beni üzmedi. O kadar sıra vardı ki ,o kadar anime izleyicisi ,Naruto seyircisi vardı ki aksine bu beni mutlu etti. 100lerce kişi kapıdan geri döndü... Keşke bu bazı ilgili kişilerin kulağına gitse, ülkemizde manga ve anime yayımlamalarına yol açsa diye diledim. Doğamızdan mıdır nedir olmadık şeyler dilemeye bayılırız, mesela ben küçükken 18 yaşıma bastıktan sonra özel bir güce sahip olmayı dilemişimdir, hep olmadık şeyler, hep...

Aslında şuan cheescake yapıp ardından biraz manga editleyecektim, ne zamandır ilk defa erken kalkmış bulunduğum için kendimden de bahsedesim geldi. Beni belli bir yaşıma kadar büyük anneannem yetiştirdi yani annemin anneannesi... Oldukça yaşlı olmasına rağmen kendisine çok iyi baktığı için sağlıklı ve bir o kadar dinç bir kadındı. Annem 16 yaşından beri intihara meyilli major depresyon hastasıdır (bunu duygu sömürüsü gibi algılamazsanız sevinirim). Benim doğduğum dönemlerde de depresyonu nüksettiği için bana bakacak zamanı olmadı. Baksa bile ağır depresyonundan dolayı bir kutu uyku ilacını içip yanıma uzanmaktan öteye gitmemiştir. O yüzden küçüklüğümle ilgili annem ve babamla ilgili hatta kendimle de ilgli fazla bir şey hatırlamam. Ama büyük anneannem bir melek gibi hep yanımda olduğu için onunla ilgili oldukça hatıram vardır. Ne de olsa o benim ikinci annem ve senseimdi :). Birlikte yattığımız her gece ben uyuyana kadar ben istemesem bile içinden geldiği için masallar anlatırdı. Genelde masalları hep fantastikti. Büyük anneannem fantastik kurgu meraklısı yaşlı bir kadındı. Beraber fantastik filmler izlerdik, her hafta gazetenin televizyon ekinde fantastik bir film var mı yok mu diye bakardık. Sanırım bendeki bu anime ve fantastik bilim kurgu sevgisi O'dan bir hatıra... Ölümü ergenlik dönemime geldiği için sonrasında biraz başı boş kaldım diyebilirim. Zaten büyük anneannem bana bakıyordu diye annem ve babam bana bakmayı unutmuşlardı (yani bu alışkanlığı edinememişlerdi). Zaten melek gibi bir insanın bakımıyla ben küçük yaşta kendine bakabilecek bir birey olmuştum. Annem ve babam hayatım boyunca bana hiç karışma eyiliminde bulunmadılar. Dünya'nın en rahat hatta dünya'nın en şanslı insanlarından biriydim belki, bunu o zamanlar anlayamasam bile son birkaç yıldır böyle olduğunu düşünüyorum. Çünkü beni muhteşem bir insan büyütmüştü. Eminim herkesin üstünde emeği geçen bir yakını vardır. Benim bu derece müteşekkir olmamın sebebi; kendimden yana hayal kırıklığına uğramamış olmamdır sanırım. Tamam mükemmel bir insan değilim. Ama O mükemmel insan tarafından yetiştirilmiş ondan bir şeyler taşıyor olmak şu dünyada sahip olabilceğim en büyük mutluluk ve şans olduğuna eminim.

5 satırdır b. anneannemin ne kadar harika bir insan olduğunu söylüyorum farkındayım. Kendisinden bahsetmem gerekirse; Adı Emine Arkman 1919 doğumlu, savaş zamanı bir fransız hastanesinde gönüllü hemşirelik yapmış bir kadındı. Hem almanca hem fransızcası vardı. Bir balıkçının eşiydi. Kaç kere çocuk sahibi olmaya çalıştıysa da başaramadı çünkü çocukları ya doğduktan sonra öldü ya da hiç doğmadan. Bu yüzden babasının ikinci eşi olan üvey annesi ona en son doğan kardeşini kendi çocuğu gibi büyütmesi için verdi. Kardeşi olmasına rağmen eşiyle birlikte kendi çocuklarıymış gibi anneannemi büyüttüler. Aslında Büyük anneannem ilginç bir şekilde annemin teyzesiydi :) Fakat hiçbirimiz bu şekilde görmedik. Anneannemi büyüttükten sonra Küçük teyzemi ve ardından beni de büyüttü. Hatta son zamanlarında ablamın çocuğunu dahi  görebildi. Beraber yeğenimi dahi büyüttük yani... Ölene kadar hiçbir sağlık sorunu olmadığı gibi 1999'da Yalova'daki evinde göçük altında kalmasına rağmen burnu dahi kanamadan atlattı. Anneannemden Teyzemlere kadar hepimize birer ev bırakıp 2000li yıllarda bu dünyadan ayrıldı. Eminim şu an fantastik ötesi biryerlerde beni bekliyor... Hakkında anlatabilceğim o kadar şey var ki ama sizi sıkabilir beni de geçmişin dibine gönderip göz yaşlarına boğabilir.

Uzun zaman yazmayınca tabi birikmiş. Bu aralar Naruto Shippuunden ve Sayonara Zetsubou Sensei gibi animelere devam ediyorum. Açıkcası bugünden itibaren yavaş ilerlemek ve özellikle Naruto'yu güncele yakalamamak için elimden geleni yapmak istiyorum. Araya filler girse de, bazı bölümleri slideshow ve gif formatında olsa da inanılmaz sürükleyici bir şekilde devam ediyor. Bir yandan da Gintama... hatta şöyle diyebilirim ki şu hayatta bana Gintama izlemek kadar zevk veren başka bir şey olmamış. Hala izlemeyen veya okumayan varsa hayaku izlesin, izletsin! Gintama benim zor zamanlarda zorla değil de kendiliğimden gülümseyerek başa çıkma sebebim diyebilirim.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...